
Casablanca, Michael Curtiz’in yönetmenliğini yaptığı, Humphrey Bogart ve Ingrid Bergman’ın başrolleri paylaştığı 1942 yapımı oscar ödüllü bir film.
Film ikinci dünya savaşı yıllarında geçiyor.İkinci dünya savaşı ile birlikte Avrupa’da sıkışıp kalan birçok insan Amerika’ya gitmenin yollarını arıyor. Gemiyle Amerika’ya gitmenin yolu Lizbon’a ulaşmayı gerektiriyor. Ancak direk Lizbon’a gitmek mümkün olmadığı için önce Paris’ten Marsilya’ya gidiliyor, ardından Akdeniz’in karşı kıyısındaki Oran’a geçiliyor. Oradan tren, otomobil ve kervanlarla Afrika toprakları geçiliyor ve bu şekilde Fransız sömürgesi olan Casablanca’ya varılıyordu. Burada şanslı olanlar para, tanıdıkları üst düzey kişiler veya rastlantı eseri vize alabiliyor ve Lizbon’a gidiyordu. Lizbon’dan Amerika’ya ulaşmaları kolaydı.

Filmde birçok sahne Rick’in barında geçiyor. Rick, arananlar listesinde olduğu için, Almanlar Paris’e girdiğinde Fransa’dan Casablanca’ya kaçan bir Amerikalı. Casablanca yolunda Paris’te Marsilya trenine binerken sevdiği kadın Ilsa tarafından terk edilen bir adam. Çok büyük bir rastlantı eseri Ilsa, bir gün Rick’in barına eşi ile birlikte geliyor ve filmin finalinde Rick’in aşk ve vatanseverlik arasında bir seçim yapmasına neden olacak olaylar gelişiyor.
Konumuz film kritiği yapmak olmadığı için, konuyu çok fazla detaylandırmayacağım. Şimdi konumuza gelelim ve filmde mekan olarak kullanılan iki barın ismini filmin konusu ışığında tartışalım. Barlardan bir tanesi filmin başrol oyuncusu Humphrey Bogart’ın canlandırdığı Rick karakterinin sahibi olduğu “Rick’s Café Américain”, diğeri ise Sydney Greenstreet’in canlandırdığı Signor Ferrari karakterinin sahibi olduğu “Blue Parrot” barı.
Rick’in barı “Rick’s Café Américain” isminde vurgulanan iki öge var; Rick ve Amerika. Rick’in barında piyano eşliğinde Amerikan tarzı canlı müzikler yapılıyor. Eğlenen insanlar genel olarak Avrupa’nın değişik şehirlerinden gelen varlıklı kişiler. Barda içkilerini içip eğlenirken, aynı zamanda vize alabilmek için nüfus sahibi önemli kişilerle tanışmaya çalışıyorlar. Bu bar aynı zamanda Amerika’ya giden yolda önemli bir durak vazifesi görüyor.

Yöresel bir tarza sahip olan diğer bar “Blue Parrot”ın isminde ise, sahibi Signor Ferrari’nin ismi ya da herhangi bir ülkeye aidiyet ifade eden başka bir kelime geçmiyor. Ferrari’nin kendi ismini sahibi olduğu bar isminin içerisinde kullandığını düşünsenize. Nasıl olurdu sizce? Ferrari karakteri daha da ön plana çıkardı. Ama filmin konusu Rick ve Ferrari arasında geçmiyor ki. Eğer filmin senaristleri barın adında Ferrari kelimesini kullansalardı, Amerika’ya giden yolda Rick ve barının zihnimizde bıraktığı etkiyi başka bir yöne çekerek zayıflatmış olacaklardı. “Blue Parrot” barının isminin ne olduğu çok da önemli değil aslında. Önemli olan, barın isimde bar sahibinin isminin ve başka bir ülke isminin kullanılmaması. Bu sayede izleyiciler Rick ve ulaşılacak hedef ülke Amerika vurgusundan kopmamış oluyor.
Filmin senaristleri barların isimleri üzerine bu kadar kafa yormuş mudur bilmiyoruz ama, tüm zamanların en güzel filmlerinden olan Casablanca, öne çıkan birçok kült özelliğinin yanında, seçmiş olduğu bar isimleri ile de bizden tam not alıyor.